GELENEKSEL TÜRK DEVLET YÖNETİM SİSTEMİ VE CUMHURBAŞKANLIĞI HÜKÜMET SİSTEMİ

Abone Ol

Türkiye'nin güncel yönetim modeli olan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, 2017 anayasa referandumuyla kabul edilen ve 2018'de yürürlüğe giren bir sistem.
Resmi adıyla parlamenter sistemden başkanlık benzeri bir yapıya geçişi temsil ederken "Türk tipi Başkanlık Sistemi" olarak tanımlanıyor.

Sisteme yöneltilen en büyük eleştiri, kuvvetler ayrılığı ilkesini büyük ölçüde zedelediği yönünde.
Yargı bağımsızlığının erozyona uğradığı, bürokrasideki atamaların siyasallaştığı ve parlamentonun (TBMM) etkisizleştiği gibi eleştiriler eşliğinde, sistemin bir kaos yarattığı tespitleri yapılıyor. Kısmen haksız da değil bu eleştiriler

Mevcut sistemi Türk tarihinin geleneksel devlet modelleriyle kıyaslayarak analiz edersek gerek mevcut sistemin aksaklıklarının restorasyonu gerekse daha idealize bir sistem ortaya koyma şansımız olabilir.

TÜRK DEVLET GELENEĞİNDE YÖNETİM MODELLERİ

Türk tarihi, binlerce yıllık bir devlet geleneğine sahip. Bu gelenek, merkeziyetçi bir yapı üzerine kurulmuş olsa da zamanla danışma mekanizmaları ve denge unsurlarıyla evrilmiştir. İlk örnek olarak Göktürk Kağanlığı (552-744) öne çıkar.

Bumin Kağan tarafından kurulan bu devlet, "Türk" adını taşıyan ilk bağımsız yapıdır.
Yönetim, kağan merkezliydi. Kağan, askeri ve idari otoriteyi elinde tutar, ancak "toy" adı verilen meclislerde boy beyleri ve halk temsilcileriyle karar alırdı. Bu, mutlak bir monarşi değil, danışma temelli bir sistemdi.

Göktürklerde kuvvetler ayrılığı yoktu; yasama, yürütme ve yargı kağanda birleşirdi, ama geleneksel hukuk (töre) kağanı bile bağlardı. Bu model, merkezi otoriteyi korurken, aşiret federasyonunu da dengeliyordu.
Selçuklu İmparatorluğu (1037-1194), Türk yönetim geleneğini İslam'la harmanladı.
Sultan Tuğrul Bey ve Alparslan dönemlerinde, divan sistemi kuruldu. Büyük Divan'da vezir, maliye, ordu ve adalet işleri ayrı ayrı yönetilirdi. Eyalet sistemiyle yerel yönetimler (beylikler) özerkliğe sahip olurdu.

Sultan mutlak hükümdardı, ancak ulema (din adamları) ve vezirler denge unsuru pozisyonundaydı.
Kuvvetler ayrılığına benzer bir ayrım vardı. Şöyle ki; Adalet divanı bağımsız yargıyı temsil ederken Sultan bile şer'i hukuka tabiydi. Bu, Osmanlı'ya miras kalan, merkeziyetçilikle yerel özerkliği birleştiren bir modeldi.

Osmanlı İmparatorluğu (1299-1922), Türk devlet geleneğinin zirvesiydi.
Fatih Sultan Mehmet'le mutlak monarşi pekişti. Padişah, yasama, yürütme ve yargıyı elinde topladı. Ancak günümüzün Bakanlar Kurulu’na benzeştirilen Divan-ı Hümayun danışma rolü oynar, Sadrazam (Başvezir) yürütmeyi yönetirdi.

Ulema, yargıyı denetlerdi. Tanzimat (1839) ve Meşrutiyet (1876, 1908) reformlarıyla parlamenter unsurlar eklendi. Kanun-i Esasi ile Meclis-i Mebusan kuruldu. Kuvvetler ayrılığına yaklaşım sağlandı. Osmanlı son döneminde, padişahın yetkileri sınırlanmış, hükümet meclise karşı sorumlu hale gelmişti. Bu, geleneksel Türk modelinin evrimiydi. Merkezi otorite korunurken, divan, ulema, meclis gibi denge mekanizmaları geliştirilmişti.

Gelelim 1923’ten günümüze Türkiye Cumhuriyeti’ne…
Cumhuriyet, Osmanlı mirasını parlamenter sistemle yeniledi. Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün önderliğinde kurulan cumhuriyet, 1924 Anayasası'yla kuvvetler ayrılığı ilkesini benimsedi. TBMM yasama, hükümet yürütme, bağımsız mahkemeler yargı görevini üstlendi. Cumhurbaşkanı sembolik bir rol üslenirken Başbakan hükümeti yönetirdi.

Bu sistem, 1961 ve 1982 anayasalarıyla demokrasinin temeli olan kuvvetler ayrılığını yargı erki lehine dönüşüme uğradı. Yargı hem yasama hem yürütme üzerinde tahakküm kurar hale geldi. Buna bir de askeri vesayet ve bürokratik oligarşinin seçilmişlere yönelik yargı marifetiyle kurduğu baskı ve engellemeler eklenince iş içinden çıkılmaz bir hale geldi. Zira yargı erki hak ve özgürlükleri rejimin ideolojik reflekslerine göre sınırlandırmaya hatta tümden engellemeye kadar vardı. Öyle ki millet iradesiyle kurulan siyasi partiler milletin temel hassasiyetlerine sahip olduğu gerekçesiyle kapatılma davaları yaşadı hatta kapatıldı.Bu kaos ve karmaşadan çıkış için yeni bir model arayışının ilk adımı 2007’de atıldı.
2007'de cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesiyle yarı-başkanlık eğilimi başladı, 2017 değişikliğiyle Türk Tipi Başkanlığa evrildi.

CUMHURBAŞKANI HÜKÜMET SİSTEMİNİN SORUNLARI

Sistem, yürütmeyi Cumhurbaşkanında birleştirir. Cumhurbaşkanı hem devlet hem hükümet başkanı pozisyonuna geçti. Bakanların meclis dışından atanması seçmene yönelik sorumluluk eğilimini deforme etti. Kararnameyle yasama benzeri yetkiler kararname ile kullanır hale geldi ki bu hep söylendiği gibi TBMM'nin feshi gibi bir riski de içinde barındırıyor.

Sistemin sürekli aksadığı gözlemlenen bu yönü kuvvetler ayrılığının da ihlali olarak tartışılıyor. Zira kabul edelim ki; yürütme, yasamayı (fesih yetkisiyle) ve yargıyı (HSK atamalarıyla) kontrol edebilecek donanıma sahip. Yargı bağımsızlığının yok olduğu, bürokrasinin (devlet memurları atamaları) siyasallaştığı, parlamentonun kanun tekliflerinde etkisizleştiği eleştirilerini besleyen de sistemin bu yönü zaten.
Pratiğe baktığımızda, yargıdaki gecikmeler, bürokrasideki verimsizlik, mecliste artan kutuplaşma eleştirileri de haklı kılıyor.

Tarihsel arka planla kıyasladığımızda Cumhurbaşkanı Hükümet Sistemi en çok Göktürk Kağanlığına benziyor. Merkezi otorite aşırı güçlü, “toy” gibi danışma mekanizmaları yok. Selçuklu ve Osmanlı'da divan/ulema dengesi varken, Cumhurbaşkanı Hükümet Sisteminde bu eksik. Cumhuriyet'in parlamenter modeli ise tam zıttı. Teorik olarak denge odaklıydı.
Cumhurbaşkanı Hükümet Sistemi modeli için Türk geleneğinin merkeziyetçi yönünü abartırken, denge unsurlarını ihmal ediyor demek mümkün.

Tarihsel arka plan ve Türk toplum yapısıyla devlet geleneği bağlamında ideal sistem, Türk geleneğiyle modern demokrasinin birleştirileceği bir sistem olabilir.
Bunu da mevcut sistemde akılcı restorasyonlara imza atarak tesis etmek mümkün. Mesela kuvvetler ayrılığına dayalı, parlamentonun etkisinin arttırıldığı, hükümet üyelerinin -en azından- salt çoğunluğunun seçmen onayını alanlardan yani TBMM üyelerinden oluşması tercih edilebilir.

HSK’ya çoğulcu bir yapı kazandırılarak yargı bağımsızlığının güçlendirilmesi de kaçınılmaz elbette.
Özetle olması gereken, tarihsel köklerle uyumlu, dengeli bir demokrasi...
Emin olun mevcut sistemde bu yönde yapılacak bir restorasyonla gerçekleştirilecek değişim, Türkiye'yi daha istikrarlı bir çıtaya çıkarır.