MERT SAYAN – HABER MERKEZİ
Hindistan ile Pakistan arasında Keşmir üzerinden yeniden tırmanan gerilim, yalnızca bölgesel bir kriz olmanın ötesine geçerek, nükleer silah kapasitesine sahip iki devletin karşı karşıya gelmesiyle küresel güvenliği tehdit eden bir boyut kazandı. Bu kriz Çin, ABD ve Rusya gibi büyük güçlerin pozisyonlarıyla daha da karmaşık hale gelirken, Türkiye gibi tarafsız aktörlerin arabuluculuk girişimleri bölgesel barışın sağlanmasında kritik rol oynayabilir.
Uluslararası İlişkiler Uzmanı Mehmet Emir Aksoy, Hindistan ile Pakistan arasında yeniden tırmanan gerilimin, sadece iki komşu devletin sınır çatışmalarına indirgenemeyecek kadar derin ve çok katmanlı bir mesele olduğunu vurguladı. Ayrıca, Keşmir üzerinden süregelen bu tarihsel krizin, nükleer silah kapasitesine sahip iki devletin askeri rekabeti nedeniyle dünyanın en kırılgan güvenlik denklemlerinden birini oluşturduğunu belirtti.
“KÜRESEL ETKİLER DOĞURUR”
Taraflardan herhangi birinin konvansiyonel sınırları aşması halinde, çatışmanın kısa sürede bölgesel olmaktan çıkıp küresel etkiler doğurmasının kaçınılmaz olduğunu ifade eden Aksoy, her iki ülkenin nükleer caydırıcılık doktrinini stratejik bir güvenlik unsuru olarak konumlandırdığını vurguladı.
Asimetrik tehditlerin nükleer silah kullanımı tartışmasını her kriz döneminde yeniden gündeme taşıdığını altını çizen Aksoy; “Olası bir savaş senaryosunda milyonlarca sivilin hayatının doğrudan tehdit altına girecek. Ayrıca, bölgenin radyasyon riskiyle karşı karşıya kalacak ve Güney Asya’daki tüm çevresel, ekonomik ve demografik dengelerin altüst olur” şeklide konuştu.
Aksoy, mevcut durumda Pakistan’ın Çin ile geliştirdiği stratejik ortaklık ve Körfez sermayesiyle ekonomik kırılganlıklarını telafi etmeye çalıştığını, Hindistan’ın ise Batı ile olan ticari ve askeri ilişkilerini bölgesel bir üstünlüğe tahvil etme çabasında olduğunu söyledi. Ancak, diplomatik ve askeri kapasite açısından her iki tarafın da sürdürülebilir bir savaşı göze alabilecek yapıda olmadığını vurgulayan Aksoy; “Her türlü gerilimin, her iki ülkenin iç siyasi istikrarını ve ekonomik büyüme hedeflerini doğrudan baltalayabilir” diye konuştu.
“BÜYÜK GÜÇLER TANSİYONU BELİRLEYECEK”
Uluslararası toplumun tarafları çatışma dilinden uzaklaştırarak diyalog ve müzakere zeminine çekmesi gerektiğini vurgulayan Aksoy, büyük güçlerin pozisyonlarının bölgesel tansiyonun seyrini belirleyeceğini belirtti. Ayrıca ABD, Çin ve Rusya’nın bu meseleye ilişkin politikalarının, tansiyonun düşmesi ya da topyekûn çatışmaya evrilmesi açısından temel dinamikler olduğunu altını çizdi.
Keşmir meselesinin çözülmedikçe Güney Asya’da kalıcı barışın mümkün olmadığını dile getiren Aksoy, bu meselenin sadece iki ülkenin egemenlik iddialarını değil, aynı zamanda küresel güçlerin jeopolitik hesaplarını da doğrudan ilgilendirdiğini vurguladı. Her yeni gerilimin, sadece silahların değil, aynı zamanda büyük stratejilerin de yeniden konuşulması anlamına geldiğini ifade etti.
“ANKARA ARABULUCULUK GİRİŞİMİNİ ARTIRMALI”
Bu çerçevede atılması gereken ilk adımın, tarafların Keşmir konusunda uluslararası garantörlük mekanizmalarına açık hale getirilmesi olduğunu savunan Aksoy, şöyle konuştu:
“Güven artırıcı önlemlerin, askeri yığınağın sınırlandırılmasının, medya üzerinden yürütülen psikolojik propagandanın durdurulmasının ve müzakere trafiğinin kurumsallaştırılmasının krizi yönetilebilir kılar. Türkiye’nin tarihsel diplomasi birikimi, İslam dünyasıyla ilişkileri ve dengeleyici dış politika kabiliyeti sayesinde bu krizlerde yapıcı bir rol üstlenebilecek nadir aktörlerden biri oldu. Ankara’nın taraflara eşit mesafede durarak ara buluculuk girişimlerini artırmasının, sadece bölgesel barışa değil, Türkiye’nin küresel prestijine de katkı sağlayacaktır”.