Türkiye'de "aydın" kavramı dünden bugüne kimlik kriziyle boğuşur. Yüzleşmekten kaçsak da Osmanlı'dan beri süregelen son dönem de ayyuka çıkan bir gerçeklik bu.
Aslını inkâr seviyesi, sosyal, siyasal ve kültürel olarak batı teslimiyetçiliğine evrilen Jön Türkler reformcu entelektüeller olarak tanımlandı bu topraklarda.
Oysa Jön Türklerin isyan bayrağı çekip karşısında özgürlük naraları attığı 2. Abdülhamid, batılı eleştirmenler ve tarihçilerin en reformist en yenilikçi Osmanlı Sultanlarından biri olarak tanımladığı isimdi.
2. Abdülhamid, imparatorluğun modernleşmesini sağlamak için eğitim, altyapı, hukuk ve idari sistemde yoğunlaşan yeniliklere imza attı.
Onun döneminde hukuk, sanat, ticaret, inşaat mühendisliği, veterinerlik vb. 18 meslek okulu kuruldu.
1898'de ilk modern hukuk okulu açıldı. İmparatorluk genelinde ilkokul, ortaokul ve askeri okul ağı genişletildi. Kız çocukları için ilk okullar açıldı ve kırsal alanlara eğitim yayıldı.
Telgraf sistemi genişletildi. Rumeli, Anadolu, Bağdat ve Hicaz Demiryolları inşa edildi.
Hicaz Demiryolu İstanbul'u Mekke'ye bağladı, 1914'te Medine'ye ulaştı. Atlı ve elektrikli tramvay sistemleri, limanlar ve kitle iletişim ağları geliştirildi.
Köle ticaretine karşı yasalar çıkarıldı. Ceza ve ticaret usul kanunları kabul edildi, Başsavcılık makamı kuruldu, Polis Teşkilatı yeniden yapılandırıldı.
Bütün bunlara rağmen Sultan 2. Abdülhamid Han’a karşı “Kahrolsun İstibdad Yaşasın Hürriyet” diye özgürlük naraları atanların tek besin kaynağı batı kültürü, tek motivasyonları da batılılaşma ideolojisi ve Osmanlı’yı çökertmek isteyen egemen güçlerin tetikçiliğini yapmaktı.
Cumhuriyetten bu yana aydın diye pazarlanan bu zihniyet uzantılarının, Cumhuriyet'in kuruluşunda Atatürk'ün çevresinde kümelendiğini, Millî Mücadelenin ana omurgası milli birliğin kodlarından uzak o birliğin farklılıklarını birbiriyle çatıştıracak, köklerinden koparılmış, bir Ulus inşasında rol aldıklarını da not düşelim.
O yüzdendir ki; İmparatorluk karşıtlığından beslenen bu rol, Cumhuriyet döneminde otorite/iktidar yaltakçılığına evrildi.
Spesifik örneklerde de görüldüğü üzere “aydın yozlaşması” tarihsel kökler itibarıyla Osmanlı’nın son dönemine uzanır.
Aydınlar, Batılılaşma furyasında halktan kopuk bir elitizm geliştirdi.
Ziya Gökalp gibi isimler bile, Türk toplumunu Batı değerleriyle "ıslah" etmeye çalışırken, dil ve din ayrışması yarattı.
Halk "ummanı olmayanın ziyası olmaz" derken, aydınlar yabancılaşmayı derinleştirdi. Cumhuriyet döneminde ise sol entelektüeller, sosyalizmden Kürtçülüğe kayarak yozlaştı. Cumhuriyetin kurucu ideolojisi Kemalizm, sosyalizmden Kürtçülüğe kayan sol entelektüeller tarafından burjuva ideolojisi diye dışlandı hatta.
Aydın yozlaşması, entelektüel yozlaşma, en uç zirvesini günümüzde yaşıyor.
Dün askeri vesayetin, postal oligarşisinin kullanışlı elemanı olan entelektüellerin, sayıları bir elin parmaklarını bile bulmayan sağ eğilimi olanlar AK Parti dönemi iktidar aparatına dönüştü.
Entelektüel camianın ezici çoğunluğa sahip olan sol entelektüellere gelince…
AK Parti iktidarının ilk yıllarında sosyalizmden Kürtçülük çizgisine evrilen kimi sol entelektüellerin iktidar gücünden maddi ve manevi menfaat devşirmek adına eleştirel reflekslerini kaybettiğine bile tanık olduk. Öyle ki; iktidara yakın “cemaat-tarikatların” kapıları sağ eğilimli aydınlardan çok bu sol aydın tayfa tarafından aşındırıldı.
Açık söylemek gerekirse, aydın yozlaşması en yoğun sol cephede yaşandı. Aslında Osmanlı’nın son döneminde de Cumhuriyetin ilk yıllarında da 1950 sonrasında da tablo farklı değildi. Sol entelektüel figürler, dünyada yaşanan gelişmeleri, toplumsal değişim ve dönüşümleri ıskaladıkça aydın yozlaşması gözle görülür bir hal aldı.
Mesela bunlardan Orhan Pamuk örneği çok çarpıcı.
Nobel ödüllü yazar Orhan Pamuk, Türk aydın sefaletini simgeleyen isimlerin başında gelir. Batı'ya yaranmak için kendi kültürünü yozlaştırdı, kültürel yozlaşma iliklerine kadar işledi Pamuk’un.
İhsan Aktaş'ın aydın yozlaşması üzerine çok doğru bir analizi var: Cumhuriyet aydınları Batı'ya bağımlı, muhafazakârlar ise Erdoğan devrimlerini yazmıyor.
Sonuç?
Yozlaşma: Muhalifken "özgürlük" diye bağıranlar, iktidarda "sus payı" alıyor.
Hiç lafı eveleyip gevelemeye gerek yok; aydın yozlaşmasını kronik hale getiren aydın-siyaset ilişkisi aslında.
Türkiye'de siyaset sahnesi bir tiyatroysa, aydınlar da başroldeki palyaçolar.
Peki Osmanlı’nın son döneminden bugüne süregelen ve son dönem ayyuka çıkan aydın yozlaşmasının nedenleri ne?
Birincisi, elitizm. Kendini entelektüel görenler kibirli, halktan uzak, Batıperest.
İkincisi, iktidar bağımlılığı…
Memur-aydın ikilemi, devlete karşı birey olmayı birey refleksleri vermeyi engelliyor.
Üçüncüsüne gelince… Ekonomik çıkarlar. Geçim derdi diye perdelenen maddiyata bağımlılık ve doyumsuzluk aydınları yolsuzluğa, yolsuzlukları da kutsamaya sürükledi. Bunun sonucunda toplumsal çürümenin gelmemesi şaşırtıcı olurdu zaten.
Peki aydınlar, entelektüel camia bu cendereden, bu yozlaşma batağından nasıl çıkacak?
Aydınlar, öncelikle hakikate sadakatle bağlanıp güce mesafe koyacak.
Halkla bağ kuracak. Halkla bağ kuracak ki; halktaki değişim ve dönüşümü ıskalamayacak.
İrfanı mekanik zihniyetten üstün tutacak. Aksi halde umutsuzluk virüsü bir pandemiye dönüşür, mücadele ruhuna halel gelir.
Kuşku yok ki; Türkiye'nin geleceği, yozlaşmış aydınların değil, vicdanlı entelektüellerin elinde.