UYGULANAN YANLIŞ POLİTİKALARIN NÜFUS ARTIŞ HIZINDAKİ ÜRPERTEN TABLOYA ETKİSİ!

Abone Ol

Türkiye’nin geleceğini terör ve bölücülük kadar tehdit eden bir diğer konu da nüfus artış hızımızdaki ürküten düşüş.

TÜRKİYE, ‘VAROLUŞ’ TEHDİDİYLE YÜZ YÜZE DOĞURGANLIK ORANI NÜFUS ARTIŞ HIZIMIZI DİBE VURDU Makale: TÜRKİYE, ‘VAROLUŞ’ TEHDİDİYLE YÜZ YÜZE DOĞURGANLIK ORANI NÜFUS ARTIŞ HIZIMIZI DİBE VURDU

“TÜRKİYE, ‘VAROLUŞ’ TEHDİDİYLE YÜZ YÜZE! DOĞURGANLIK ORANI NÜFUS ARTIŞ HIZIMIZI DİBE VURDU” başlığıyla kaleme aldığım bir önceki yazımda, doğurganlık oranı ve buna bağlı olarak çakılan nüfus artış hızımızın istatistiki verilerini aktarmıştım. Bu bağlamda, AK Parti Genel Merkez Kadın Kolları eski Başkanı, MKYK Üyesi ve Düzce Milletvekili Ayşe Keşir’in, 29 Nisan günü TBMM kürsüsünden “Türkiye’nin doğurganlık hızı” başlığıyla yaptığı gündem dışı konuşmasına dikkat çekmiştim.
AK Parti MKYK Üyesi Ayşe Keşir, TBMM Genel Kurulu’nda yaptığı gündem dışı konuşmada bir takım sayısal verilere işaret ettikten sonra “‘Aileyi parçalamayı öneriyoruz’ diye pankart açanlarla aynı düşünmemiz mümkün değildir” ifadelerini kullanmıştı.
Keşir aynı konuşmada, “Köy köy, kasaba kasaba gezilerek kadınlara az çocuk sahibi olmaları için propaganda hatta baskı yapıldığı” sözlerini sarfetmişti.
Ayşe Keşir’in bu ifadesindeki sürece bizzat şahit oldum hatta bu propaganda ya da baskı diye tanımladığı “nüfus planlaması” çalışmasının bizzat “çalışanıydım”.
Henüz Üniversite 1. Sınıf öğrencisiyken 1991 yılında Hacettepe Üniversitesi bünyesinde “nüfus planlaması ve doğum kontrolü” üzerine bir saha çalışmasına anketör olarak katıldım. Türkiye genelinde yapılan bu çalışmanın Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesindeki illerinde son olarak da Burdur ve ilçelerindeki saha çalışmasına iştirak ettim. Yapılan çalışmada önce kadınlara sahip oldukları yaşları, sahip oldukları çocuk sayıları gibi demografik verilerine ulaşacak sorular, akabinde de doğum kontrol yöntemlerini bilip bilmediğini soruyorduk. Anketi bitirdikten sonra da mülakat yaptığımız her kadına 4 ayrı doğum kontrol yöntemini anlatıyorduk.
Demem o ki bugün karşı karşıya kaldığımız ürkütücü tablonun altında elbette devlet eliyle yürütülen o propaganda sürecinin de etkisi var. Ancak iktidarda 25. yılına girecek olan AK Parti’nin parti ve sosyo-ekonomik politikalarının karşı karşıya kaldığımız ürperten tabloya etkisini tartışmaz, bu gerçekle yüzleşmezsek, çözümü ıskalarız ya da bu yönde üretilen söylemlerin ötesine gidemeyiz.
AK Parti’nin özellikle kadının siyasete katılımını en üst seviyeye çıkarma hevesi, kadını hanesinden alıp siyaset meydanına taşıması, kadını, en temel görevi olan “annelik” heyecanından uzaklaştırdı.
Siyaset sahnesinin ana öznesi haline getirilen kadın ya anne olmaktan tamamen uzaklaştı ya 1 bilemediniz 2 çocukla yetinmeyi tercih etti.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bir yandan 3 çocuk 4 çocuk çağrısı yaparken öte yandan da kadını siyasetin ana öznesine dönüştüren politikalar, kadını sahanın ana dinamiği haline getiren teşkilat uygulamaları neresinden bakarsanız bakın söylem ve eylem çatışmasını koydu karşımıza.
Yine kadının istihdamın her alanına teşvik edilmesi, bir yandan aile birliğinin temellerini sarstı diğer yandan doğurganlık oranının kademeli olarak düşmesinin en büyük sebeplerinden biri oldu.
Mübalağa etmeden söylüyorum; bu iki yanlış tavrın, doğurganlık oranındaki düşüş ve buna bağlı olarak nüfus artış hızındaki dibe çakılmaya etkisi hem sözü edilen o “köy köy, kasaba kasaba gezilerek kadınlara az çocuk sahibi olmaları için propaganda hatta baskı yapılan” süreçten hem de “Aileyi parçalamayı öneriyoruz” diye pankart açanlardan daha fazla oldu.
Bir diğer sebep ise; doğurganlık oranı ve nüfus artış hızındaki düşüşe yönelik tespitte geç kalınması haliyle bu yönde uygulanması gereken sosyo-ekonomik politikaların da hayata geçirilmemesi.
Eğri oturup doğru konuşalım…
Sosyal Güvenlik Kurumu verilerine göre Türkiye'de asgari ücretle çalışanların sayısı yaklaşık 7 milyon. Asgari ücret ile asgari ücretin iki katı arasında ücretle çalışanların sayısı ise 13 milyon civarı. Kayıt dışı çalışan sayısı bunların dışında. Onu da hesaba katacak olursak asgari ücretle çalışanların sayısının 8 milyon civarı asgari ücret ve asgari ücretin iki misli maaşla çalışanların sayısının ise 17 milyon civarında olduğu varsayılıyor.
Gelelim açlık sınırına!
Türk-İş’in 2024 yılı araştırmasına göre; mesela Ankara’da yaşayan dört kişilik bir ailenin sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için yapması gereken aylık gıda harcaması tutarı (açlık sınırı) 15.048,89 TL.
Gıda harcamasının yanında giyim, konut (kira, elektrik, su, yakıt), ulaşım, eğitim, sağlık ve benzeri ihtiyaçlar için yapılması zorunlu diğer aylık harcamalarının toplam tutarı ise (yoksulluk sınırı) 49.019,19 TL.
Bu rakamlar, 2025 yılı için bizzat TÜİK’in açıkladığı enflasyon farkıyla birlikte 75 bin TL’yi aşıyor.
8 milyon civarı asgari ücretle çalışanın, asgari ücretin de 25 bin TL olduğu bir yerde 75 bin TL’yi bulan “açlık sınırı” rakamlarıyla hangi çift 3 çocuk 4 çocuk yapabilir, yapan da hangi koşullarda o çocukları büyütebilir?
Pandemi sürecinden bu yana ne fahiş fiyat terörünün önüne geçebilmişsiniz ne kira artışlarını dizginleyebilmişsiniz. Bütün bu sürecin ekonomik yükünü sırtlanan ailelerden açlık sınırının da altında bir yaşam sürerken 3-4 çocuk beklemek ya da topluma bunu önermek ciddi anlamda toplumdan, toplumun gerçeklerinden fersah fersah uzağa düşmenin yansımasıdır ancak.
Ülkedeki nüfus artış hızı ve doğurganlık oranının ana dinamiği olan eski tabirle orta direk denilen kesimi enflasyon karşısında ezen ekonomi politikaları, aynı şekilde o kesimin aile birliğini kadını istihdama ve siyasete teşvik eden siyaset anlayışı bugün karşı karşıya kaldığımız ürperten tablonun en önemli sebeplerinden biridir.
Bunun yanında; hiç kuşku yok ki doğurganlık oranının arttırmak buna bağlı olarak nüfus artış hızını yükseltmek için öncelikle sağlıklı ve uzun ömürlü bir aile yapısı oluşturmak gerekir.
Oysa AK Parti iktidarında çıkarılan “kadını koruma” adı altındaki tüm yasalar ve sosyal politika uygulamaları aile birliğinin temeline dinamit koyan yasalar ve uygulamalar.
Mesela göreve başlayan her Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı ile her Adalet Bakanının, kadını aile birliğini muhafaza yerine boşanmaya teşvik eden en önemli sebeplerden biri olan “ömür boyu nafaka” sorununu çözme sözü verip hiçbirinin çözüm üretememesi hatta bu yönde bir yasa taslağı çalışması bile yapamaması izah edilebilir bir şey değil.
Bakın TÜİK verilerine göre 2024 yılında evlenen çiftlerin sayısı 568 bin 395, boşanan çiftlerin sayısı ise 187 bin 343. Aynı yıl evlenenlerin yüzde 32,96’sı kadar da boşanan çift var. Nüfus artış hızı kadar ürperten bir tablo bu. Çünkü dediğim gibi hem çıkarılan yasalar hem sosyal politika uygulamaları aile birliğinin devamını değil boşanmayı teşvik eder nitelikte.
Bir yandan aile birliğini temelden sarsan, boşanmayı teşvik eden “kadını koruma” adı altındaki yasa ve sosyal politika uygulamaları diğer yandan nüfus dinamiğinin lokomotifi olan dar gelirli kesimin içine itildiği ekonomik çıkmaz ortada dururken ve bu her geçen gün daha da ağırlaşırken doğurganlık oranı ve nüfus artış hızını dengelememiz ve pozitife çevirmemiz pek mümkün değil.
Gerek Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı gerekse yerel yönetimler tarafından açıklanan evliliği teşvik edici paketler de ülkenin ekonomik gerçeklikleri karşısında teşvik edicilikten çok dalga konusu olacak rakamlar içeriyor.
İktidar bir an önce ülkenin varoluşunu tehdit eder seviyeye gelen nüfus artış hızı ve doğurganlık oranını arttıracak reel tedbirler ve politikaları hayata geçirmeli.
Aksi halde; muhafazakâr kimliğe sahip bir iktidar, seküler iktidarların bile başaramayacağı bir felaket tablosunun mimarı olarak tarihe geçecek, bu ülke ve bu millet bu ağır tablonun altında kalacak…