Şimdi gündemden düştü.
Ama önümüzdeki günlerde ne olur bilmiyorum.
Dizi, oyunculuk ve magazin sektörünün de baronunun bulunduğunu, Ayşe Barım olayının ortaya çıkışıyla öğrenmiş olduk.
Oyuncuların sadece dizilerde, sinemalarda, filmlerde değil; gerçek sosyal, kültürel kargaşa ortamlarında nasıl oynatıldığını Ayşe Barım olayında çok iyi anladık.
Dizi, sinema ve tiyatroda rolünü çok iyi oynamanın sana sahip çıkılmasına yetmediğini, aynı zamanda gerçek hayatta da sana verilen rolü iyi oynaman gerekli olduğunu, aksi takdirde sektör dışına itildiğini rahatlıkla görebiliyorsunuz.
Türkiye’de çok kritik zamanlarda toplumsal kaosun körüklenmesinde nasıl kullanıldıkları ortada. Bunun en önemli örneği Gezi olayları ile ortaya çıkmış, Ayşe Barım operasyonu ile de tescillenmişti.
Mesela 2015’te Hendek olayları sırasında ‘Katliamlar dursun’ şeklindeki akademisyenler bildirgesi olarak yayınlanan bildirinin arkasında da başka bir Ayşe Barım benzeri organizasyon olduğunu söylemeliyim.
Hatta o bildirinin sonrasında ikinci bildiri hazırlığının olduğunu duymuştum.
Ki, bu bildiride Kürtlere karşı katliam yapıldığına işaret edilerek, NATO bölgeye davet edilecekti.
Aynı dönemde vefat eden Muhammet Ali’nin cenaze töreninde Amerika Hahambaşı yaptığı konuşmada, dünyada zulümler dursun derken, Hendek olaylarında ölen 7 bin 500 teröristi de Kürt katliamı şeklinde göstermeye çalışmıştı.
Akademisyenler Bildirgesi ile Hahambaşı'nın söylemlerinin benzerliği ne tesadüf, değil mi?
O zaman bu bildirgeyi organize edenler hiç deşelenmedi.
Geldiğimiz noktada medya sektörünün Ayşe Barım'larının olmaması imkânsızdır.
Haberciliğin yazar, yorumcu, ekran yüzü dâhil her alanının tam bir denetim altında olduğu unutulmasın.
Milat Gazetesi’nde köşe yarlığı yaptığım dönemde bazı ilginç yazılarım farklı haber siteleri tarafından alıntılanırdı.
Bir haber sitesi kısa aralıklarla köşe yazılarımı yandaş yazardan “İlginç” sunumu ile bir iki gün manşetten verdi.
Daha sonra hiç alıntı yapmadı o haber sitesi. Sonra kulislerden gelen bilgilerde; “O yazardan çok alıntı yapıp popüler yapmayın” diye uyarı geldiğini öğrendim o siteye.
Bir daha da o site tek kelime alıntımı yayınlamadı.
Benzeri bir durum da, Milat’ta 2015 Aralık ayında ilk yazılarım yayınlanmaya başladığında yaşanmıştı.
Gazetenin ilgili birimlerindekilere; “Niye yazdırıyorsunuz” denilmişti.
Zaten 2022’nin Mart ayında da yazılarım zorunlu olarak Millat’ta son buldu.
Hatta sürekli takip ettiğini bildiğim yerlerden üst düzey bir ismin, uzun süre yazılarımı göremeyince; “Nerede Sadullah’ın yazıları” diye sorunca; "Kestirdik" demek yerine; “Galiba seyreltti” yalanı ile geçiştirildiğini öğrenmiştim.
Sonraki aşamada ‘Global medya komitesi’ gibi birimleri zaman zaman duyarız.
Pelikan yapılanmaları gibi durumlara şahit oluruz. Bunların üzerinde de daha farklı yapılanmalar olduğu kesin.
Bunlardan haberimiz dahi olmuyor çoğu zaman.
Anlayacağınız, her sektörün kendilerine teslim edilmiş baronları var.
Bu baronlardan izinsiz ne bir iş, ne bir ekonomik faaliyet, ne siyasal bir çalışma, ne bir hizmet, ne bir sosyal faaliyet, ne bir kalem oynatamazsınız.
Mecra ve kaynaklar kimin elindeyse hükümran o gruplardır.
Diğerleri tıpkı Ayşe Barım’ın elindeki oyuncu kadrosu gibi figüranlardır.
Bu şartlarda oynamak istemeyenler veya bizim gibi beceriksizler ise kenarda kalır.
Bu durumun sadece bugüne mahsus olduğunu zannetmiyorum.
Türkiye’de de, dünyada da geçmişten günümüze ve geleceğimize bu kuralın işlediği görülüyor.
Bizler sadece oyun sahnesinin genişliği ve darlığını fark ederiz.
Son zamanlarda enteresan açıklamada bulunan isimler var.
Hem bu isimler hem de bu açıklamaları gündem yapanları da bu çerçevede değerlendirmekte yarar var.
Neyse…
Kalın sağlıcakla…