13 Haziran 2025’te İsrail’in, görünürde İran’ın nükleer ve askeri tesislerine yönelik olan ancak temelde İran’ı istikrarsızlaştırma bölme ve parçalama akabinde de yönetme stratejisine dayanan geniş çaplı saldırılar, Orta Doğu’yu yeniden bir çatışma sarmalına sürükledi.
İsrail’in “Yükselen Aslan” operasyonu, İran’ın üst düzey komutanları ve nükleer bilim insanlarını hedef alırken, İran’ın misilleme olarak İsrail’e balistik füze ve insansız hava aracı saldırıları düzenlemesi gerilimi tırmandırdı.
İşte bu tırmanan gerilim ortamında ABD, 22 Haziran 2025 günü İran’ın üç nükleer tesisine doğrudan saldırılarla çatışmaya müdahil oldu. Bu durum savaşın bölgesel ve küresel boyutlarını da genişletti.
Temel hedefi Büyük İsrail’e gidin yoldaki engelleri ortadan kaldırmak olan İran-İsrail savaşındaki bu karmaşık senaryoda Türkiye, coğrafi konumu, enerji bağımlılığı, bölgesel politikaları ve demografik yapısı nedeniyle önemli etkilerle karşı karşıya kalma riski taşıyor.
Çatışmanın bölgesel boyuttan küresel boyuta evrildiği bir süreçte savaşın Türkiye odaklı muhtemel sonuçlarını ekonomik, siyasi, güvenlik ve toplumsal yönleriyle ele almak kaçınılmaz.
ENERJİ KRİZİNİ TETİKLEYEBİLİR, TİCARET RİSKLERİ ARTTIRABİLİR
Enerji ihtiyacının büyük bir kısmını ithal eden Türkiye’nin başta petrol ve doğal gaz olmak üzere enerji açısından Ortadoğu ülkelerine bağımlılığı yüksek seviyede.
İsrail-İran savaşının tırmanmasının üstüne bir de ABD’nin çatışmaya dahil olmasının, enerji piyasalarında ciddi dalgalanmalara yol açabileceği hesaplanıyor.
İran’ın Hürmüz Boğazı’nı kapatma tehdidi veya Körfez bölgesindeki petrol tesislerine yönelik saldırıları, küresel petrol fiyatları için yukarı yönlü bir ivme getirebilir, ki; bütün işaretler de bu yönde.
Bu durumun üstelik de kısa vadede, Türkiye’nin enerji ithalat faturasını şişirme, enflasyonist baskıyı güçlendirme ve cari açığı derinleştirme gibi bir yansıması olabilir.
Düşünsenize; şu an petrol fiyatlarının varil başına 100 doları aşması bile Türkiye’nin enerji maliyetlerini artırarak, sanayi üretimini ve hane halkı bütçelerini olumsuz etkiledi.
Ayrıca, Türkiye’nin çatışmanın tarafı ülkelerle olan ticaret hacmi sınırlı olsa da savaşın bölgesel istikrarı bozması, Türkiye’nin Avrupa ve Asya’ya açılan ticaret yollarını riske atabilir.
Bunun yanında Türk Hava Yolları’nın İran, Irak ve Ürdün dahil savaş lokasyonlarına dair seferlerini iptal etmesi gibi lojistik aksaklıklar, turizm ve taşımacılık sektörlerini de derinden sarsabilir.
Uzun vadede ise; savaşın bölge ülkelerindeki altyapıya zarar vermesi, Türkiye’nin bölgesel ticaret ortaklarıyla ekonomik bağlarını ciddi düzeyde zayıflatma riski barındırıyor.
BÖLGESEL DENGE VE İTTİFAKLAR BAĞLAMINDA SAVAŞIN ETKİLERİ
Türkiye’nin İsrail’in İran’a yönelik saldırılarına dair duruşu belli. ABD’nin çatışmaya dahil olması da bu duruşu değiştirmedi.
Türkiye, daha saldırıların ilk anlarında İsrail’in saldırısını sert bir şekilde kınadı ve uluslararası hukukun ihlal edildiğini vurguladı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, İsrail’in saldırısını, “İsrail’in hukuk tanımaz zihniyeti” şeklinde nitelendirdi.
Türkiye muhtemelen tarihi ve coğrafi arka plandan hareketle bundan sonra da çatışmada İran’a daha yakın bir duruş sergileyecektir öyle de olmalıdır. Zira İsrail’in bu saldırısının büyük bir planın (Büyük İsrail Projesi) sondan ikinci ayağı olduğunu ve İran’da amaca ulaşıldıktan sonra sıranın Türkiye’ye geleceğini önceki üç yazımda ısrarla vurguladım.
Türkiye’nin İsrail-İran savaşındaki durduğu yeri, NATO üyesi olması ve NATO bağlamında ABD ile stratejik bir ittifak içinde bulunması da değiştirmeyecektir. Bu durumun gerekirse NATO Müttefiklik hukukunu çiğnemeye kadar gidebileceğini öngörüyorum.
Her ne kadar NATO müttefiki olmamız hasebiyle ABD’nin savaşa doğrudan müdahil olmasının, Türkiye’yi diplomatik bir ikilemle karşı karşıya bırakabileceği tartışılsa da bunun saha pratiğinde bir karşılığı olmayacağı kanaati taşıyorum.
Türkiye gerekirse NATO dayanışması ile bölgesel çıkarları arasında bir denge kuracak ya da bölgesel çıkarlarını NATO dayanışmasının üstünde tutacaktır.
Mesela; ABD’nin de savaşa müdahil olmasıyla birlikte Kürecik’teki NATO radar üssünün İsrail’in savunmasında kullanılma ihtimali karşısında Türkiye gerekirse bütün köprüleri atmalı, bu üssün kullanılmasını engellemeli hatta bu üssü kapatmalıdır.
Türkiye’nin söz konusu üssü ya da herhangi bir üssü İsrail’in savunmasına karşı kullandırması demek gelecekte Türkiye’ye yönelecek saldırıların zeminini oluşturmak bu saldırı bloğuna güç katmak olacaktır.
Farkındaysanız ABD saldırısından sonra İran’dan istenen şeyin aslında Nükleer Program değil Büyük İsrail Projesinin önünü açmak bu projenin önündeki son iki bariyerden birini daha önce zayıflatmak sonra yıkmak olduğu net anlaşılmaya başlandı. ABD ülkede rejim değişikliği talebini yüksek sesle dillendirirken ABD güdümündeki Kürt gruplar da özerklik naraları atıyor.
Kabul edelim ki; İran’ın zayıflaması, bölgedeki Şii milis gruplarının kontrolsüz hareket etmesi gibi bir tehdidi de beraberinde getirecektir.
Böyle bir durum, Türkiye’nin sınır güvenliğini tehdit eder.
KONTROLSÜZ GÖÇ VE TERÖR TEHDİDİ
İsrail-İran savaşının uzaması, İran’da iç karışıklıkları tetikleyebilir ve bu durum Türkiye’ye yönelik yeni bir göç dalgasına yol açabilir.
Tahran’dan kaçan sivillerin Türkiye sınırına yönelmesi, halihazırda milyonlarca Suriyeli mülteciye ev sahipliği yapan Türkiye’nin sosyal ve ekonomik yükünü artırabilir. Hatta olası bir göç dalgası hem toplumsal gerilimleri körükler hem de Türkiye’nin insani yardım kapasitesini zorlar.
Bunun yanında savaş bölgesel kaosu daha da derinleştirmekle birlikte bunun sonucunda da DAEŞ gibi terör örgütlerinin yeniden aktif hale gelmesine zemin hazırlayabilir.
Otoriter zayıflama yaşayacak bir İran fotoğrafı, Suriye ve Irak’taki silahlı terör gruplarının bağımsız hareket etmesine yol açabilir.
Böyle bir hareketlilik de Türkiye’nin sınır ötesi operasyonlarını yoğunlaştırmasını gerektirir. Yine Türkiye’nin PKK/PJAK gibi terör örgütleriyle mücadelesi de karmaşıklaşabilir. Hiç kuşkusuz; İran’ın kuzeybatısındaki olası istikrarsızlık, bu silahlı terör gruplarının hareket alanını Türkiye’yi tehdit eder seviyede genişletecektir.
TÜRKİYE’NİN YOL HARİTASI STRATEJİSİ
İsrail-İran savaşına ABD’nin müdahil olması, Türkiye için çok boyutlu riskler ve kısa ve uzun vadeye yayılan fırsatlar barındırıyor.
Ekonomik olarak enerji krizine hazırlık yapmak, siyasi olarak ise; kendi gelecek projeksiyonu çerçevesinde kendi güvenliğini teminat altına alacağı seviyede denge kurmak durumunda.
Güvenlik açısından, göç ve terör tehditlerine karşı proaktif önlemleri hiç geciktirmemeli. Toplumsal olarak ise; kamuoyunun endişeleri şeffaf iletişimle yönetilmeli.
Türkiye, bu çatışmada arabulucu bir rol üstlenerek bölgesel istikrarı destekleyebilir. Ancak, savaşın uzaması ve küresel güçlerin daha fazla müdahil olması, Türkiye’nin stratejik kararlarını daha da karmaşıklaştıracaktır.
Türkiye’nin, ulusal çıkarlarımızı korurken bölgesel barışa katkı sağlayacak bir diplomasi izlemesi, bu zorlu süreçte belirleyici olacaktır.
Ancak barışa katkı sağlama amacıyla yürütülecek diplomasiyle eş zamanlı olarak savaşın uzaması ve coğrafyaya yayılması riski karşısında her ihtimale hazırlıklı olunması içerde büyük ve tarihi kenetlenmeyi ne pahasına olursa olsun sağlaması da kaçınılmaz.