Bir topluluğun, bir milletin, bir arada yaşama kültürü, ortak tarih ve ortak bir gelecek inşa etme şuuru varsa, o toplumu o milleti oluşturan dini, kültürel ve etnik farklılıklar o ülkenin o beldenin zenginliğidir.
Ancak bir toplumun, bir milletin içindeki farklılıkların bir kısmı diğerleri üzerinde tahakküm kurmaya, eline geçirdiği devlet yönetimi marifetiyle diğer farklılıkları “ötekileştirip” etnik kimliğini ve inancını hatta mezhebini yok saymak dahil başkalaştırmaya çalışıyorsa, o topraklarda huzursuzluk, iç ayrışma ve çatışma nihayetinde de felaket kaçınılmazdır.
Batı toplumları eliyle, bünyesinde barındırdığı farklılıkları üzerinden kaos kargaşa ve iç çatışmalara en kolay sürüklenen ülkeler, maalesef içinde bulunduğumuz coğrafyada toplanıyor.
Coğrafyamız dışındaki İslam beldeleri de benzer kaderi yaşıyor.
Elbette bunun birçok sebebi var ama ilk sıraya hem etnik hem dini hem de mezhebi kimliklerini gizleyerek yaşam süren “dönme ve devşirmeler” eliyle saçılan fitneyi koyabiliriz.
Türkiye özelinde durumu tartışacak olursak önce bu durumu sığ bir düşünce sistemiyle son 100-110 yıla hapsetmeye çalışanların tezlerini tümden reddetmek durumundayız.
Coğrafyamızdaki bu sorunun başlangıcı 1400 yıl öncesine dayanmakla birlikte son 200 yılda yoğunlaşıyor.
Batıdan ve doğudan gelen/getirilen toplulukların Anadolu toprakları üzerindeki hakimiyet savaşı bu toprakları sürekli iki bloklu bir zemine kaydırmış, bu iki blok çatışmalarında en büyük zararı gören yine bu toprakların has evlatları olmuş.
Konumuz bu değil elbette. Bu çıkarsama bambaşka bir yazının konusu.
Benim asıl dikkat çekmek istediğim, bu topraklarda kendilerini Cihan Peygamberi Hz. Muhammed Mustafa (SAV)’ın soyundan gelen (Seyyid) diye addedenlerin bazıları…
Bunların yedi ceddine baktığınızda hatta bizzat kendilerini irdelediğinizde, Hz. Peygamberin inancıyla kavgalı sünnetine mesafeli bireyler dışında kimseyi göremiyorsunuz.
Ya da “Seyyidlik” iddiası taşımakla birlikte Hz. Peygamber’in reddettiği ne varsa bünyesinde barındıranlar var...
Yıllardır İslam beldelerinde, bilhassa da bu topraklarda, Türkiye’de fitnenin, kardeş kavgasının, kaos ve kargaşanın arkasındaki el olan Müslüman görünümlü “dönme ve devşirmelerin” temeli nereye dayanıyor?
Fikirlerine değer verdiğim Trabzonlu bir dostum, kendilerine yakın bir ilin bir köyünde yaşayanların tamamının aslında etnik ve dini kimliklerinin Türklük ve Müslümanlıkla ilgisi olmamasına karşın hepsinin Müslüman görünümlü yaşadığını hatta köyün imamının da aynı etnik ve dini kimliğe sahip olduğunu bizzat kendisinin söylediğini anlatmıştı.
Yine yakın bir süre önce yolsuzluk ve rüşvetten tutuklu Ekrem İmamoğlu’nun babası Hasan İmamoğlu’nun, iktidar ve yargı mensuplarını hedef alan “çocuklarının ciğerlerinden et yesinler” şeklindeki kan donduran bedduası tartışılmıştı günlerce.
Bedduanın beslendiği inanç membaının, İncil’den bir bab’a dayandığı ortaya çıkmıştı.
Yeremya 19:9: "Onlara oğullarının, kızlarının eitini yedireceğim. Canlarına susamış düşmanları onları kuşattığında sıkıntıdan birbirlerini yiyecekler."
Bu toprakların her bir köşesinde benzer hikayeler olduğunu biliyoruz.
Bunları grup grup ele almak gerekiyor aslında.
MEDİNE’DEN KOVULAN 3 YAHUDİ KABİLESİ VE GÖÇ ROTALARI…
Benim son dönem en çok dikkatimi çeken “Seyyidlik” iddiasında olanlar!
Mesela; Kemal Kılıçdaroğlu için de benzer bir iddia ortaya atılmıştı.
Seyyid’lik iddiasında bulunanların en önemli dayanağı Medine’den geldiğini ya da Medine’den Yemen, Şam gibi beldelere oradan da güney beldelerimize geldiklerini öne sürdükleri soy bağları…
Tam bu noktada, Hz. Peygamber tarafından Medine’den kovulan Yahudi kabilelerini irdelemek kaçınılmaz oluyor.
Cihan Peygamberi Hz. Muhammed (SAV), 3 kritik savaştan sonra 3 Yahudi kabilesini Medine Vesikası'nın ihlali ve kabilelerin Müslümanlarla olan anlaşmalara uymaması nedeniyle Medine'den kovar.
• Beni Kaynuka kabilesi 624 yılında, Bedir Savaşı'ndan sonra,
• Benu Nadir kabilesi 625 yılında, Uhud Savaşı'ndan sonra,
• Benu Kurayza kabilesi ise 627 yılında, Hendek Savaşı'ndan sonra Medine'den kovulur.
Hatta Benu Kureyza kabilesinin erkeklerinin öldürülüp kadınlarının da dağıtıldığına dair rivayetler vardır.
Kovulan bu kabilelerin Heyber ve Şam çevresine gittikleri oradan da bölgeye dağıldıkları biliniyor.
Bu kabilelerin karakteristik özelliklerini incelemekte fayda var.
624 yılında Bedir Savaşı'ndan sonra Hz. Peygamber tarafından Medine’den kovulan Benu Kaynuka kabilesi, Medine’deki 3 büyük Yahudi kabilesinden biri.
Kuyumculuk ve demircilik zanaatıyla biliniyorlar. Kabilenin Medine’de kendilerine ait bir gettoda yaşadıkları rivayet olunuyor.
Yapılan anlaşmalara riayet etmedikleri için Medine’den kovulan kabilelerden Benu Kaynuka kabilesi Medine’den çıkarıldıktan sonra mallarının bir kısmıyla birlikte kuzeye, özellikle Şam bölgesine göç ediyor.
625 yılında, Uhud Savaşı’ndan sonra Müslümanlara karşı düşmanca tavırlar sergiledikleri, Müslümanlara karşı ittifak kurmak için Mekke’deki Kureyş müşrikleriyle gizli anlaşmalar yapıp Peygamber Efendimize tuzak kuran bu sebeplerden ötürü de Medine’den kovulan bir diğer Yahudi Kabilesi Benu Nadir ise Medine’nin zengin ve güçlü Yahudi kabilelerinden biri olarak biliniyor.
Uğraşı alanları tarım ve ticaret.
Özellikle hurma bahçeleriyle ünlüler.
Benu Nadir kabilesini Medine’den kovan Hz. Muhammed (SAV) Medine’yi terk etmeleri için onlara 10 gün süre verir. Kabile, başlangıçta direnir, yaşadıkları kaleleri savunur.
Ancak Müslümanlar, Benu Nadir’in hurma bahçelerini kuşatır. 20 güne yakın süren bu kuşatmadan sonra kabile teslim olur. Anlaşma gereği, silahlarını bırakmaları ve sadece deve yükü kadar mal almalarına izin verilerek Medine’den çıkarılırlar.
Medine’den kovulan Benu Nadir kabilesinin çoğunluğu Medine’den yaklaşık 300 km kuzeydeki Hayber’e yerleşir. Hayber, o dönemde Yahudilerin önemli merkezlerinden biridir. Kabileden bazı aileler ise Şam başta olmak üzere kuzeydeki beldelere göç eder.
Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (SAV) tarafından Medine’den sürülen üçüncü kabile olan Benu Kurayza Medine’deki son büyük Yahudi kabilesidir. Onların iştigal alanı da tıpkı Benu Nadir gibi tarım ve ticarettir.
Benu Kureyza kabilesi, Medine’nin güneyinde müstahkem bir mahallede yaşamıştır.
627 yılındaki Hendek Savaşı (Ahzab Savaşı) sırasında Benu Kurayza, Müslümanlara ihanet eder. Medine’yi kuşatan Kureyş ve müttefiklerine (Ahzab ordularına) destek sözü verir. Müslümanlara karşı savaşta müşriklerle iş birliği yapmayı planlar.
Benu Kurayza’nın Medine içindeki stratejik konumu, Müslümanları arkadan vurabilecek bir tehlike potansiyeline sahip olması Müslümanlar için büyük tehdittir. Benu Kureyza’nın ihanet planı, Hz. Muhammed’in (SAV) diplomatik hamleleri ve sahabenin direnişiyle başarısız olur.
Hendek Savaşı’ndan sonra da Müslümanlar, Benu Kurayza kabilesinin bulunduğu mahalleyi kuşatır. 25 güne yakın süren kuşatma sonucunda kabile teslim olur.
Benu Kurayza’nın erkeklerinin büyük kısmı idam edilir. Kabilenin sağ kalan kadınları ve çocukları, Müslümanlar arasında esir olarak dağıtılır. Her ne kadar bu yaşananlar sonrası Benu Kurayza için belirli bir göç destinasyonundan bahsedilemese de bazı esirlerin Şam dahil kuzeydeki beldelere satıldığı ya da gönderildiği rivayet olunur.
Görüldüğü üzere Medine’de Müslümanlarla yaptıkları anlaşmalara uymayan, içerde fitne çıkaran, Mekke’deki Kureyşin müşrikleri ile Müslümanları arkadan vurmayı, Hz. Peygamber’e pusu kurmayı planlayan Yahudi kabilelerinin Medine’den kovulduktan sonraki göç rotaları Yemen, Filistin, Şam gibi beldeler. Bu beldelerle birlikte Türkiye’nin içi dahil sınırımızdaki bölgelere göç destinasyonunun devam ettiği biliniyor.
Kimi kabile mensuplarının göç ettikleri bölgelerdeki Yahudi topluluklara entegre olduğu tarihi vesikalarda yer alsa da büyük çoğunluğunun göç rotasındaki toplulukların içinde kaldığı ve onlara uyum sağladığı tahmin ediliyor. Ayrıca Medine’de Kuyumculuk, Demircilik ve Tarım ticaretini tekelinde bulunduran bu kabile mensuplarının yeni yerleşim bölgelerinde de zamanla benzer zanaat ve ticaret faaliyetlerini sürdürdüğü varsayılıyor.
Yahudi topluluklarının yüzyıllarca zamana yayılan planları ve intikam planları konusunda elle gösterildiğini göz önünde bulundurduğumuzda, yaşadıkları çağda Medine’de Müslüman topluma karşı sergiledikleri ihanetlerin benzerlerini bugün de içine karıştıkları Müslümanlara hem de soylarını “Seyyidlikle” perdeleyerek sergiliyor olma ihtimallerini düşünmeden edemiyor insan.