PKK’nın “kendini fesih ve silah bırakma” kararının teoriden fiiliyata dökülmesini önümüzdeki dönemde göreceğiz elbette. Ben çok uzun vadeye yayılacağı kanaatine de sahip değilim zira fiili durum ne kadar uzun vadeye yayılırsa o kadar sabotaja uğrama riski taşır.
Bu arada yürütülen süreci siyasi mülahaza parantezine hapsetmek asıl hedefi ıskalatabilir bize. Belli ki süreç siyasi bir hamle değil başlı başına bir devlet politikası. O yüzden kendi siyasi kimliğim ve ideolojik referanslarıma karşın sürece dair bugüne kadar yorum yapmaktan uzak durdum hep.
Yaşananları kim nasıl bir siyasi tartışma zeminine hapsetmeye çalışırsa çalışsın, buradan kim kimi nasıl bir yaftalamaya tabi tutup baskılarsa baskılasın, örgüt cephesindeki teorik yaklaşım bile kendi başına tarihi bir dönemeçtir Türkiye ve bölge için.
Bakın Türkiye hem tarihi mirası hem siyasi etkileriyle Ortadoğu’da stratejik bir güçtür. Bu misyon öyle politik bir yükleme değil tarihi bir mirastır.
Türkiye’nin Asya, Avrupa ve Afrika’yı birbirine bağlayan jeopolitik konumu, enerji koridorlarındaki rolü ve sahip olduğu güçlü ordusu, Türkiye’yi ister istemez bölgesel bir aktör haline getiriyor.
Ortadoğu, bugüne kadar istikrarsız yapısı ve kontrollü çatışma stratejisiyle batı tarafından kolay kontrol altında tutuldu, bütün kaynakları batı tarafından talan edildi. Ancak günün sonunda Ortadoğu halkları uyandıkça, Ortadoğu’daki istikrarsızlık ve kontrollü çatışmayı yönetebilmenin maliyetiyle bu kaynakların paylaşımındaki kazancını karşılaştıran batı artık doğrudan müdahale ile kontrol etmenin maliyetli olduğunu gördü.
Yavaş yavaş da bölgeden fikren ve fiilen çekilmeye başladı.
Bu bağlamda bölgedeki istikrar ve güven ortamının tesisi, batının ektiği fitne tohumlarının temizlenmesi için artık bölgesel bir güç olan Türkiye Ortadoğu için tek seçenek haline geldi.
Bu arada bölgenin bilhassa enerji koridoru açısından taşıdığı stratejik önem batıyı Türkiye ile zorunlu bir iş birliğine itti.
Neticede Türkiye batı ile Ortadoğu arasında hem NATO üyesi hem de Müslüman bir ülke olarak benzersiz bir köprü görevi görüyor.
Bu arada (muhalif blok ve marjinal partiler ve örgütler tarafından iç politika malzemesi haline getirilse de) Suriye ve Irak’la olan uzun sınır hattı komşuluğu, ülkeyi derinden etkileyen mülteci krizi ve terörle mücadele gibi meseleler, Türkiye’nin bölgesel politikalarını şekillendiren en önemli etkenlerdi.
Bunun yanında, Katar ve Libya gibi ülkelerle kurulan ittifaklar, Türkiye’nin Ortadoğu’daki etkisini artırdı, egemenlik sahasını genişletti.
Altını çizmek gerekir ki; Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın liderliği, Türkiye’nin Ortadoğu politikasında en belirleyici faktör oldu.
25 yıla yaklaşan iktidarı boyunca dış politikada “proaktif” bir yaklaşım benimseyen Erdoğan Türkiye’yi bölgesel bir lider konumuna taşıma hedefini de büyük oranda başardı.
Öyle ki; Ortadoğu’yu kasıp kavuran Arap Baharı sürecinde Müslüman Kardeşler’e destek verdi.
Suriye’deki iç savaşta aktif rol aldı. İsrail-Filistin meselesinde Filistin yanlısı söylemlerden hiç geri adım atmadı hatta aksiyon aldı.
Bütün bunlar Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Ortadoğu’daki hatta küresel ölçekteki liderlik profilini güçlendirdi.
Aslına bakarsanız Erdoğan’ın bilhassa “dünya 5’ten büyüktür” söylemini öne çıkarması, bunu hemen her BM toplantısının ana başlığına dönüştürmesi, bu bağlamda Ortadoğu halkları başta olmak üzere mazlum milletler nezdinde yükselen değer haline gelmesi batı tarafından bir tehdit olarak da algılandı.
Batı, Ortadoğu’dan yükselen Erdoğan dalgasını kırmak için Mısır, Suudi Arabistan ve BAE’yi Erdoğan’a karşı kullanırken ekonomik baskılar ve iç politik dinamikler marifetiyle operasyon üstüne operasyon çekti.
Erdoğan, birtakım hedefleri tamamlamak için belli bir sürecin sonunda daha pragmatik bir dış politika izlemeye yönelip; Mısır, Suudi Arabistan ve BAE ile ilişkileri normalleştirme hamlelerini peş peşe attı.
Bu hamleler iç politika malzemesine dönüştürülse ve iktidara yönelik söylemler bu hamlelerle güçlendirilmeye çalışılsa da Erdoğan bu tutumundan geri adım atmadı ve günün sonunda kazançlı çıkan yine Erdoğan ve Türkiye oldu.
Sonuç olarak; Türkiye’nin Ortadoğu’daki stratejik önemi, coğrafi ve siyasi avantajlarından kaynaklanırken, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın liderliği bu rolü tahkim eden temel unsurlardan biriydi.
BATININ SON MÜDAHALE APARATI PKK’NIN “TASFİYE” SÜRECİ
Bu tahkimat sağlansa da batının müdahale aparatlarının tamamını tasfiye etmeden Türkiye’nin küresel güç olma mücadelesinde atılacak her adımın batı tarafından akamete uğratılacağını gören Erdoğan ve devlet bu çerçevede Türkiye’yi yarım asra yakındır içe kapatan ve bölgesel ve küresel gelişmeleri ıskalatan bölücü terör sorununun da bertaraf edilmesi elzemdi.
Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin çağırısıyla başlayan ve DEM Parti tarafından yürütülen sürecin sonunda 12 Mayıs günü PKK’nın “kendini fesih ve silah bırakma” kararı aldığını açıklaması bu bakımdan tarihi bir önem taşıyor. Yazımın girişinde aktardığım gibi şimdilik teorik bir adım olan bu kararın fiili yansımalarını elbette önümüzdeki dönemde göreceğiz. Ancak süreci hem iç siyaset malzemesi olarak kullananların hem örgüt cephesindeki kliklerin provokatif açıklamalarından ari bir şekilde belirtmek gerekirse örgütün aldığı bu karar Türkiye’nin bölgesel ve küresel anlamda alacağı pozisyon için yapılan bir mıntıka temizliğinin parçasından başka bir şey değil.
Bu süreçten devlet adına bir teslimiyet, iktidar ve ittifak ortakları adına bir ihanet çıkarma çabasında olanlar tam olarak bir teslimiyet ve ihanetin en iyi ihtimalle gafletin pençesinde olabilirler.
Çünkü dünya medyası bile bu kararı ve yaşanan süreci, Türkiye’nin hem iç politikasında hem de Ortadoğu’daki bölgesel gücünde önemli bir dönüm noktası olarak okudu ve bu şekilde değerlendirmeler yaptı.
40 yılı aşkın süredir devam eden bu bölücü terör, Türkiye’nin güvenlik politikalarını ve bölgesel ilişkilerini derinden etkiledi.
Bu gelişme bütün provokasyon ve sabotaj girişimlerine rağmen devletin planladığı bir neticeye ulaşması durumunda evvela Türkiye’nin iç istikrarını güçlenecek.
Terör tehdidinden arınmak, Güneydoğudaki yıkımın azalması ve ekonomik kaynakların daha etkin kullanılması gibi bir rahatlığı da beraberinde getirecek.
Şüphe yok ki bu durum, Türkiye’nin bölgesel liderlik iddiasını destekleyen bir iç dayanışma iklimini de beraberinde getirecektir Bunun yanında atılacak çözüm odaklı adımlarla, Türkiye’nin demokratik imajı güçlenirken uluslararası alanda tahribata uğrayan meşruiyeti de güçlenecektir.
Bölgesel bağlamda, Türkiye’nin Suriye ve Irak’a yönelik güvenlik politikalarını kolaylaştıracaktır.
Mesela Suriye’deki PKK/PYD bağlantılı hukuk dışı yapılar üzerindeki baskıyı artırma ve Türkiye’nin sınır güvenliğini pekiştirme fırsatı da beraberinde gelecektir.
Aynı şekilde Bağdat ve Şam ile ilişkiler daha saydam bir hale gelecek hatta Türkiye’nin Kuzey Suriye’deki etki alanının genişletecek etkisini pekiştirecektir.
Elbette barındırdığı bazı riskler de var.
Mesela PKK’nın feshinin, bölgede ayrılıkçı Kürt hareketlerinin yeniden şekillenmesine yol açma yeni aktörlerin ortaya çıkması gibi bir risk elbette var.
Aynı şekilde PKK’nın feshi ve silah bırakması, ABD’nin bölgedeki Kürt gruplarıyla ilişkilerini yeniden değerlendirmesine hatta yeni paradigmaya gezmesine neden olabilir ki bu Türkiye-ABD ilişkilerinde yeni gerilimler çıkarabilir.
Hattızatında süreç bir devlet politikası olarak yürütülüyor.
PKK’nın kendini feshetmesi ve silah bırakması bazı riskler barındırsa da Türkiye’nin Ortadoğu’daki gücünü artırma potansiyeli yüksek.
Bunun yanında Türkiye’nin bölgesel ve küresel bir aktör pozisyonunu tahkim etmesi ve güçlendirmesinin önünü açacak (iç istikrarın sağlanması, sınır güvenliğinin güçlenmesi ve bölgesel iş birliklerinin artması gibi) gelişmeleri de beraberinde getirecektir.
Bu hiç uzak bir ihtimal değil. Ancak öncelikle Türkiye’nin içerde kapsayıcı bir siyasi strateji izlemesi bölgesel dinamikleri de dikkatle yönetmesi gerekiyor.
Bunun için de provokasyonlara ve sabotajlara fırsat vermeden sürecin bir an evvel teoriden somut eyleme dökülmesi sağlanmalıdır.