Türkiye'de (iktidar muhalefet fark etmeksizin) siyasetin finansmanı yerel yönetimler yani belediyelerden sağlanıyor. Belediye Başkanlarının siyasi kimlik sahibi olması, siyasetin finansmanının belediyelerden sağlanmasını kolaylaştırıyor hatta belediye başkanlarını siyasete finansman aktarmaya mecbur bırakıyor.

Sadece Belediye Başkanları değil; belediye bürokratları da siyasi kimliklerini önceleyen kadrolardan oluşuyor.

Belediye Başkanları ve bürokratlarının siyasi kimliklerinin öncelenmesi sebebiyle de Belediye Başkanları ve bürokratlarının hukuka aykırı iş ve işlemlerinin yasal takibi ve adli soruşturmaları "siyasi operasyon" olarak değerlendiriliyor.

Türkiye ölçeğinde bu tartışmaların sona ermesi belediyelerdeki yolsuzlukların hukuksuzlukların adli soruşturmalara tabi tutulurken siyasi tartışmalara meydan vermemesi için hiç vakit kaybetmeksizin yapısal reformlara gidilmeli, önleyici modeller üzerinde çalışılmalı, bu modeller üzerinden kültürel ve sosyal kodlarımıza uygun bir model geliştirilmeli.

Mevcut sistem içinde siyasi kimlik sahibi yerel yöneticilerden yolsuzluk ve hukuksuzlukların hesabı sorulurken öne sürülen “siyasi operasyon" handikabından kurtulamaz ülke.

Daha kötüsü; bu durumun, hukuki süreçleri gölgelemesinin ve adaleti zedelemesinin önüne de geçilemez.

Mesela OECD'nin 2025 raporunda, belediyelerdeki kamu ihalelerinin şeffaflıktan yoksun olduğuna yer verilmiş.

Muhalif belediyelere yönelik yolsuzluk operasyonlarıyla OECD raporu birbiriyle örtüşüyor aslında. Ama işte bunu topluma anlatmak kolay değil. Bakın şu ana kadar operasyon düzenlenen tüm belediye başkanlarıyla ilgili ayrı bir siyasi hikâye yazılıp operasyonlar “siyasi operasyon” parantezine hapsedilip çarçur edilen peşkeş çekilen milyarlarca liralık kamu kaynağı konuşulmuyor bile.

Yerel yöneticilerin kamu görevlisi sıfatının önüne geçen siyasi kimlikleri, kamuoyundaki siyasi motivasyon algısını güçlendirdi. Anket ortalamalarında neredeyse yüzde 50’lik kesimin soruşturmaları yargısal değil siyasi görmesinin sebebi de yerel yöneticilerin öne çıkan siyasi kimliklerinden kaynaklı.

Yerel yönetimlerin siyasetin finansmanındaki rolünün yanında siyasi finansman denetimsizliğinin, belediye kaynaklarının partilere akmasını teşvik ettiğini de unutmamalıyız.

Ne yazık ki parti harcamalarına sınır yok, şeffaflık desen zaten hak getire.

Bu tartışmaları sona erdirmek gerek yerel yönetimleri siyasetin finansman havuzu olmaktan kurtarmak ve dolaylı yoldan yolsuzluk çarkını minimize etmek için, Avrupa modellerinden esinlenerek bağımsız bir "Yerel Yönetim Denetim Komisyonu" (YEDK) önerilebilir.

1985 tarihli Avrupa Konseyi Yerel Yönetimler Şartı'na dayalı YEDK modeli, yasallık denetimini öncelemekle birlikte ve uygunluk denetimini de sınırlar.

Mesela İrlanda’da bu bağımsız faaliyet gösteren Ulusal Denetim Komisyonu (NOAC) olarak şekillendirilmiş. NOAC, belediyelerin mali ve idari işlemlerini denetliyor. Üyeleri, yargı, sivil toplum ve çok partili atamayla seçiliyor. Siyasi müdahaleyi minimize eden bir rol üslenmiş.

Yine İsveç'te bağımsız belediye denetçileri "iyi denetim" standartlarıyla çalışıyor.

Yerel Yönetim Denetim Komisyonu gibi bir yapılanma tesis edilirken mesela bu yapının bileşenleri 9 üyeden oluşabilir. Bunlardan 3'ü yargı ve yüksek denetimden (Yargıtay, Danıştay ve Sayıştay), 3'ü akademik liyakat öncelenerek üniversitelerden, 3'ü şeffaf bir seçimle sivil toplumdan kuruluşlarından tercih edilebilir. Yapının görev süresi 5 yılla sınırlı tutulmalı, bütçesi bağımsız fonlardan temin edilmelidir.

YEDK’nın yetkileri, mali denetim, yolsuzluk ihbarı inceleme, soruşturma başlatma ve savcılığa sevk gibi alt başlıklardan oluşmalı.

Bunun yanında siyasetin finansmanı ile yerel yönetimleri ayırmak için belediye bütçelerinden dolaylı yollarla da olsa partilere kaynak aktarımını yasaklayan kurallar getirilmeli.

Öncelikli olarak oluşturulacak YEDK yapısıyla soruşturmalar bağımsız komisyonca yürütüleceği için “siyasi operasyon” yakıştırmaları toplumsal kabul görmez.

Bunun yanında böyle bir modele geçilmesiyle yerel yöneticiler ve bürokratları için gerekli olan soruşturma ve yargılama izni gibi bürokratik hantallıklar da ortadan kalkar.

Sonuçta, YEDK gibi bir model, belediyeleri hukuki çerçeveye oturtur ve siyasi tartışmaları bitirir en azından minimize eder.

Uygulanması, Türkiye'nin demokrasi kalitesini yükseltir.

Yerel yönetimleri siyasetin finansman aracından çıkarıp, hizmet odaklı bir kimliğe büründürür.