Bulunduğu coğrafyada, İslam dünyasının derin uykusu ve Ortadoğu ülkelerindeki “satın alınmış” liderler üzerinden oluşturduğu güvenlik duvarı her çatışma sürecinde daha fazla aşınan İsrail’in bölgedeki mevcudiyeti açısından farklı senaryoların tartışma zamanı geldi de geçiyor sanırım.

Mesela; 19. ve 20. yüzyılda tartışılan Theodore Herzl'in Uganda Planı veya Arjantin önerisi yeniden canlandırılabilir mi?

Ya da son dönem kayıtlara ciddi Yahudi göçü alan coğrafya olarak geçen Balkanlar’da Arnavutluk-Kosova hattında Yahudiler için daha güvenli bir “liman” tesis edilebilir mi?

Kimilerine bu çok absürt bir teori gelecek, biliyorum.

Hatta bırakın coğrafyayı kendi ülkesinin dış politikasını bile Siyonist gözlüğü takmadan okuyamayan bizim dış politika entelijansiyası bu teoriyi “uçuk komplo teorisi” diye de nitelendirecektir, şaşırmam.

Kabul, İsrail’in işlediği insanlık suçları, soykırımlar ve işgalleri sebebiyle geçmişte de bölgedeki mevcudiyetinin uzun sürmeyeceğine dair değerlendirmeler yapılmıştı. Ancak bir süre sonra bu değerlendirmeler boşa düşmüştü. Zira İsrail’e karşı küresel ölçekte bugünküne benzer bir tepki dalgası oluşmamış, Ortadoğu halkları, yöneticileri üzerinde İsrail’e karşı “yokedici” politikalar izlemesi yönünde bugünkü baskıları ve presi uygulamamıştı.

Örneğin, 1970'ler ve 1980'lerdeki savaşlar sonrası uygulanan izolasyon dönemlerinde tepkiler sınırlı kaldığı küresel arka bulamadığı için askeri, ekonomik ve diplomatik dayanıklılık göstererek ayakta kalmayı başarmıştı.

Bugün durum farklı. İngiliz kraliyet sarayı bile İsrail’e yönelik tepkiye sahne oldu. İspanya’da milyonlar, Fransa’da yüzbinler İsrail’in Gazze’deki insanlık dışı uygulamaları ve soykırım politikalarına karşı meydanlara iniyor.

Yaşanan bu gelişmeler, İsrail’in bulunduğu topraklardaki varlığını ciddi ciddi tehdit eder seviyeye ulaşınca, bazı uzman raporları ve analizlerinde, belirli koşulların birleşmesi halinde İsrail’in bulunduğu coğrafyadaki varlığının sürdürülebilirliğinin zorlaşabileceğine vurgu yapılıyor.

Human Rights Watch ve Amnesty International gibi uluslararası insan hakları örgütlerinin raporları ve jeopolitik analizlere dayanarak İsrail’in bulunduğu coğrafyadaki varlığına tehdit oluşturan olası risk faktörlerini irdelemekte yarar var.

- İZOLASYONUN DERİNLEŞMESİ

Uluslararası toplumda ve küresel ölçekte İsrail'in Gazze'deki eylemleri yoğun bir şekilde genocide/soykırım olarak nitelendiriliyor. Bu nitelendirmenin ortak bir kanaate dönüşmesi Uluslararası Ceza Mahkemesi (ICC) soruşturmalarını tetikleyebilir.

Eğer ICC veya BM Güvenlik Konseyi (ABD vetosuna rağmen) silah ambargosu veya üyelik askıya alma gibi ağır yaptırımlar uygularsa İsrail'in bölgedeki varlığının teminatı olan müttefikleri azalabilir.

Benzer şekilde, ırkçılık suçlamaları, çok sayıda ülkenin İsrail'le diplomatik ilişkileri kesmesine yol açabilir. Uluslararası toplumun ve Avrupalıların yoğun baskısı sonucu Avrupa Birliği'nin ticaret anlaşmalarını iptal etmesi gündeme gelebilir.

Arap dünyasında Ortadoğu halklarının öfkesi artarken, Abraham Anlaşmaları gibi İsrail’e nefes aldıran normalleşme süreçleri tersine dönebilir.

Suudi Arabistan veya diğer Körfez ülkeleri, insan hakları ihlalleri nedeniyle İsrail'le ilişkileri koparırsa, bölgesel izolasyon artar. Bu durum enerji ve ticaret alanı başta olmak üzere İsrail için ekonomik bağımlılık sorunu yaratabilir.

- EKONOMİK BASKI VE MALİYETLER

Yıllık bütçesi milyarlarca doları bulan sürekli savaş ve işgal maliyetleri İsrail ekonomisini çökme noktasına getirecektir.

Gazze'deki çatışmalar, turizmi, yatırımları ve ihracat çıtasını dibe çekmiş durumda.

Eğer boykot, yatırımın geri çekilmesi ile diğer ekonomik alanları kapsayan yaptırımlar güçlü bir dirençle yaygınlaşırsa başta teknoloji firmaları olmak üzere küresel şirketler İsrail'den çekilir. Bu da İsrail’in yüksek teknolojiye dayalı ekonomisi tamamen çökertir.

İsrail’in Filistin topraklarındaki su ve petrol gibi doğal kaynakları sömürdüğü iddialarına uluslararası toplum daha fazla duyarsız kalamaz. Bu iddialar somut delillerle desteklendiğinde uluslararası yaptırımlar birbirini izleyecektir.

Nitekim Birleşmiş Milletler uzmanları, bu tür ihlallerin ekonomik izolasyonu hızlandırabileceğine dair defalarca uyarılarda bulundu.

Bunların yanında su kıtlığı gibi çevresel etki içeren krizler, Gazze'deki insani felaketle birleşince, bölgeyi yaşanmaz hale getirebilir. Bu durumun İsrail'i etkilemesi tabii ki kaçınılmaz olur.

- ASKERİ VE GÜVENLİK TEHDİTLER

İran, Hizbullah ve Hamas gibi bölgesel aktörlerle çatışmaların uzaması, İsrail'in askeri üstünlüğünü eritebilir hatta kendini savunamaz hale getirebilir.

İsrail’in insan hakları ihlalleri ve soykırım eylemleri nedeniyle ABD’nin askeri yardımları azalır veya Kongre baskısıyla kesilirse İsrail’in kendini savunma kapasitesi bulunduğu coğrafyadaki mevcudiyetini koruyacak kapasitenin altına düşebilir.

İsrail’in arsız ve hayasız işgal politikaları, bir süre sonra Filistin direnişini güçlendirerek "sonsuz savaş" döngüsü yaratacaktır.

Hatta batıdaki bazı analizlerde, bu durumun İsrail'i kuşatma zihniyetiyle içe kapanmaya zorladığı, kuşatılmışlık sendromuna sürüklediği ve ulusal birliği bozduğu değerlendirmelerine yer verildiği görülüyor.

- DEMOGRAFİK VE İÇ ÇÖKÜŞ

İşgal altındaki topraklardaki ayrımcı politikalar, İsrail'in Yahudi çoğunluğunu tehdit eder hale gelecektir. Eğer Filistin nüfusu artar ve tek devlet gerçekliği oluşursa, demokrasi ile Yahudi kimliği arasında çatışma derinleşecektir.

Bu çatışma da genç Yahudilerin göçünü (beyin göçü) arttıracaktır. Özellikle son dönemde insan hakları eleştirileri nedeniyle beyin göçünün zaten yükseldiği de kayıtlara geçmiş durumda. Bu gelişmeler sonrasında nüfus azalır, İsrail ekonomisi derinden etkilenir.

Hatta bu tür ihlallerin İsrail toplumunda bölünmeyi artırdığına dair yayınlanan raporlar da var.

Saydığım bu dört faktörün bütüncül olarak gerçekleşmesi İsrail’in bölgedeki varlığının sürdürülebilirliğini ciddi manada zorlar. Buna bir de Türkiye’nin Suriye üzerinden İsrail ile “komşu” olma ve çatışma alanlarında İsrail’in önünü kesecek potansiyeli sahaya yansıtmasını eklediğimizde İsrail için bu coğrafya dışında seçenekleri masaya yatırmak tek seçenek olabilir.

Şimdi, “düne kadar Yinon Planı çerçevesinde Büyük İsrail Projesini yazıyor İran ve Türkiye ayaklarının da tamamlanma riskinden bahsediyordun” diyeceksiniz.

Elbette haklısınız ancak o analizlerimde dikkat çektiğim şey Türkiye için öngörülen iç savaş senaryosunun etnik temele oturtulmuş olmasıydı. Türkiye bir devlet politikası olarak etnik çatışma riskini minimize edecek tarihi adımlar atıyor. MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin çağrısıyla başlayan ve geniş toplumsal kabulle karşılanan bir süreç yürütülüyor. Bu sürecin sonunda eğer hedeflenen noktaya gelinebilirse, Yinon Planının Türkiye ayağını boşa düşürülmüş olacak.

Türkiye bu süreçten bölgesel bir güç olarak çıktığında planın İran ayağının da önünü kesebilecek bir potansiyel barındıracaktır.

Plana dair senaryoların tersine döndürülmesi demek; bütün gelecek projeksiyonlarını Toroslar ve Kapadokya lokasyonlarına kadar “büyüme” üzerine kuran İsrail’in bırakın büyümeyi kendi mevcudiyetini bile korumaktan aciz duruma düşmesi gibi bir sonu getirebilir.